Dış kaynak bir IT birimi için en kolay iştir aslında. Başarılı olursa sunumu siz yapar, alkışları toplarsınız. Başarısız olursa “Efenim biz firmaya ticket açtık, gerekiyorsa satınalma firmaya baskı yapsın” bahanesi her zaman elinizin altındadır. Para tabii sizin cebinizden değil şirketin kasasından çıkar.
Oysa Türkiye’nin artık ucuz Dolar ve bol kredi bulunamayan mevcut ekonomik durumunda neyi nasıl outsource ediyoruz ve outsource etmeden çözümü ne kadara patlar soruları çoktan gündeme gelmeliydi. Bu yazıda dış kaynak kullanımını çalışan maliyetiyle de karşılaştırıyorum.
Herhalde son on yıldır herkesten iş hayatıyla ilgili bir “dijital dönüşüm” fikri ve sorusu duyarım. Bu “dijital dönüşüm”lerin neredeyse tamamının ise aynı yere vardığını gördüm: Eskiden ne yapıyorsa onu bilgisayar ekranında yapmak. Bu sefer süreçleri kolaylaştırıp hızlandırması, maliyetleri düşürmesi gereken dijital dönüşüm bunların hiçbirini yapmıyor, hatta maliyetleri artırıyor.
“Ustaların dediği”ne her zaman kulak asmayın: Kendi arabam Alfa Romeo 156 Selespeed özelinde, tek kavramalı otomatik şanzımanların büyük çoğunluğuna uyarlanabilir bir makale olacak bu.
Bir çalışandan uçmasını bekliyorsanız, o çalışan uçar. Ne kadar yüksekten uçacağı sizin kaynak veya performans yönetiminize bağlı.
İnternet “meme”lerini takip ediyorsanız Uçan Adam Sabri’yi görmüşsünüzdür. Bir televizyon programında uçtuğunu iddia edip, yalan söylediği imasında bulunulunca kendini yere atan adam. Kelimeler yetmez bazen:
Geçen yıllarda Cem Yılmaz’ın bu durumu yorumladığı bir video izlemiştim (Meraklısına tam video burada). Fikir oradan geliyor aslında. Cem Yılmaz “Bir programda konuk ettiğiniz bir insandan uçmasını bekliyorsanız, o da uçar” diyordu. Bu yorum doğru kaynak yönetimi ve kalite denetimleri olmadığında bir iş biriminden çıkan işi de tarif ediyor. Gerçekçi olmayan beklentileriniz ve üstünde pek düşünülmemiş çıktı standartlarınız varsa gelen sonuç da buna uygun olur.
Göreve göre yetkinliği yeterli iki kişilik bir ekibiniz olduğunu varsayın. Elinizde yapılması gereken 100 parça iş var. Şimdi sorsak, bu insanlara bu işleri yaptırmanın yönetici sayısı kadar yolu çıkar. Bu yollardan bir kısmı işlerin gerçekten yapılmasına yöneliktir. Gerisi ise genellikle işi kapatmaya (kapalı göstermeye) yönelik. Bir başka deyişle:
Eldeki kaynaklar ve katı bağımlılıklara göre, işlerin çıktılarını ve bu çıktıların standartlarını belirleyebilir, belirlediğiniz standartlardaki çıktıları gerçekleştirmek için gerekli süreyi öngörmeye çalışabilirsiniz mesela. Sonra da çıktıları değerlendirip, gelecekteki kaynak ve iş planlamanızı eniyileştirmeye çalışırsınız.
Ya da, “siz yöneticisinizdir ve sizin işiniz talimat vermektir”. Nokta. Bu işler Haziran’a kadar kapatılacak, yıl sonunda da performansınızı ona göre değerlendireceğim der geçersiniz.
Türk tipi iş yönetiminde azıcık etrafınıza bakmışsanız bu ikincisinin en yaygını olduğunu bilirsiniz. Bunun sonucu ise neredeyse hiç sekmez: Çalışan sizin beklentinizin, amirlerinize ne kadar çok sayıda işin ne kadar kısa sürede kapatıldığını övünerek gösteren bir rapor vermek olduğunu, işin sonucu ve kalitesine bir şikayet gelene kadar bakmayacağınızı ve kendisini de sadece ne kadar hızlı iş kapattığına göre değerlendireceğinizi anladığında artık o işleri düzgün yapmaya değil, görev listesinde kapalı göstermeye odaklanır. Sabri Bey artık uçuyordur. Daha da indiremezsiniz.
Benim profesyonel anlamda çalıştığım alanlar mühendislik ve bilgi teknolojileri. Bu alanlarda yukarıdaki durumun sonuçları ilk başta hemen zaman hafif görünür. Sonuçların ağırlığını bir sonraki iş döneminde harcadığınız para ve işgücü olarak görürsünüz –tabii takip ediyorsanız. İstekler “şu ekranın yapılması” seviyesinde gelir; işin kapatılması gereken tarihte o ekran tasarlanmış ve devreye alınmıştır. Ama arka tarafta kafa yormadan yapılmış eksik bir algoritma kullanılmıştır. Altı ay geçer, yapılan uygulama yaygın şekilde kullanılmaya başlar ve bom: Kullanıcılar ABC formunun çok yavaş çalıştığından şikayet etmeye başlar. Ya da bir organizasyon değişir, onay süreçleriniz sapıtır. Tekrar işgücü ayırırsınız, bu sefer elinizdeki diğer işler sıkıştırır ve gelecekte tekrar, tekrar, tekrar işgücü ayıracağınız bir döngüye girersiniz.
Bu yazıyı kısa tutmaya niyetliydim ve öyle yapacağım. Ama yazdıkça bunun basbayağı “Sabri Bey Hipotezi” diye kitap olacak konusu var gibi gelmeye başladı. 🙂 Burada kapatayım.
ZFS’in en büyük özelliklerinden bir tanesi “bedavadan az pahalı” snapshot’lar. Bunlarla çok büyük yedekleme olanakları doğuyor. Ayrıca ZFS -Sun tarafından geliştirilmiş bir dosya sistemi olarak- yedeklerinizi aynı makinada almanın anlamsızlığını da hatırlatıp zfs send ve zfs receive komutlarını sunuyor.
ZFS’in çok dikkat çeken, biri gerçekten de işlevsel olan iki özelliğinden bahsedeceğim: Sıkıştırma ve deduplication. Özellikle sıkıştırma işlevi benim 2011 model Lenovo Thinkpad X220 dizüstü bilgisayarımda bile hissedilmez derecede hızlı çalışıyor.
ZFS havuzunda dosya sistemleri ve disk bölümleri yaratmak için dataset’leri ve ZVOL’leri kullanıyoruz. Daha doğrusu bizim dosya sistemi olarak verdiğimiz kavramın ZFS’teki karşılıkları bunlar.
Dizinin üçüncü kısmında ZFS’in veri güvenliği ile ilgili detaylara girip bazı olası veri kayıplarını gerçekleştirmeyi deneyeceğiz. Kemerlerinizi bağlayın. 🙂